Güreşin Türkiye'de Tarihsel Gelişimi



TÜRK TARİHİNDE GÜREŞ

Türk tarihinde güreşin izini takip edersek en eski olarak Etrüskleri örmek verebiliriz. Bu kanı, her ne kadar kuvvetli bulgularla desteklense de pek dikkat çekici olmamıştır. Türk kültüründe güreşin geçmişiyle ilgili en çok rağbet gören veriler Çin kaynaklarında mevcuttur. 

En eski zamanlardan beri güreşe önem veren ve güreşi spordan çok bir kültür hâline getiren Türkler; güreşin yanı sıra binicilik, okçuluk, avcılık gibi diğer aktiviteleri de çocukluktan itibaren öğrenirdi. Bu tip aktivitelerin asıl amaçlarını şu şekilde açıklayabiliriz: bireyin beden sağlığını ve kuvvetini yerinde tutmak; sabrı, azmi, fedakârlığı ve cefakârlığı öğreterek eren yapmak; kendini savunmasını ve mücadeleyi öğreterek alp yapmak; her şartta kendini, ailesini ve milletini korumayı sağlamak. Bu konunun önemine şöyle örnek verebiliriz: Bir gençte evlenmek istediği zaman ata binmesi ve güreşmesini bilmesi gibi beceriler aranmaktaydı. Çünkü özü itibariyle uzun bir geçmişe ve derin bir felsefeye sahip olan bu aktiviteleri bilen genç; yiğit, mert, sabırlı, saygılı ve sevgi dolu olurdu. Sevdikleri için fedakârlık yapmaktan geri durmazdı, ahlaklı olurdu. 

Kısaca bunları bilen kişi, her daim aranan ve sevilen kişiydi. Sadece erkekler değil kadınlarda güreşirdi. Hatta bazısının talibine, ona varabilmesi için at yarışında, ok atmada ve güreşte kendisini yenmesi şartını koştuğu görülmektedir. 

Ayrıca güreş; edebiyatımıza da fazlasıyla yansımış, her dönemde kendine yer bulmuştur. Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügati’t Türk adlı eserinde güreş ve diğer sporlardan sıkça bahsetmektedir. Dede Korkut Hikayeleri’nde Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek Hatun arasındaki güreşte ve Kan Turalı’nın deyişinde yine güreşin önemini görmekteyiz. Bunların dışında sadece güreş müsabakalarına özel mani, deyiş ve usuller mevcuttur.

Güreş; dinî günlerden nevruza, ölüm törenlerinden düğünlere kadar her yerde yapılırdı. Güreş bu açıdan Türk’ün ilk zamandan bugüne kadar yaşadığının ve öğretmek istediğinin özetidir. Türkler; güreşi bütün sporların temeli, terbiye verici bir aktivite ve adeta bir ibadet olarak kabul etmişlerdir. Nasıl ki bugün millî ve dinî günlerin, düğünlerin ve cenazelerin vs. törenlerin hepsinde dua edip başka şeyler de yapıyorsak güreşte dinî bir yeri olmasa da bu ruh ile yapılmakta ve o güzel hasletlerin devamı için bir araç olarak kullanılmaktaydı. 

Bir yiğidin ölüm yıldönümlerinde onun adına güreşilirdi; düğünlerde, nevruzda vs. günlerde güreş müsabakaları yapılırdı. Hâlen bu gelenek devam etmektedir. Bir yerde güreşilmesi; orada Türk kültürünün varlığının ve her açıdan nitelikli gençlerin yetiştirildiğinin göstergesiydi. 

Nitekim Osmanlıda güreş tekkeleri kurulmuş, şeyhler ve müritler yetiştirilmiştir. Bu sisteme geçilmesinde akla gelen ilk etki tabii ki de Ahiliktir. Kurumun sistemi ve usulleri Ahi geleneği üzeredir. Bu durum güreşe verilen değeri ve güreşin geldiği, desteklendiği yeri göstermektedir. Bu kurum devlet, padişah, paşalar ve diğer önde gelen isimler tarafından maddi ve manevi olarak desteklenmekteydi. Bu tekkelerin en büyüğü İstanbul Zeyrek’te bulunan tekkeydi ve buna bağlı muhtelif vilayetlerde tekkeler mevcuttu. 

Böylesine sistemli ve kapsamlı teşkilatlanan bu kurum, bugün bile öğretilmeyen çok ileri düzey teknikler öğretmenin yanı sıra ahlakıyla da örnek olan “bayrak şahsiyetler”, pehlivanlar yetiştirmekteydi. Bugün ise bu yapı, kulüpler ve devlet bünyesinde devam etmektedir.

İSLAM’DA GÜREŞ 

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed; güreş, binicilik, okçuluk ve yüzme gibi sporları her seferinde tavsiye etmiştir. Hatta bizatihi kendisi de güreşmiştir. Bir seferinde Rükane b. Abdülyezid, İslam dinini kabul etmek için Resul-i Ekrem’in kendisini güreşte yenmesini şart koşmuş ve yapılan karşılaşmada Hz. Peygamber onu yenmiştir. Rükane de bunun üzerine Müslüman olmuştur. Ayrıca Efendimiz her yıl ashap çocukları arasında güreş müsabakaları düzenler, bu sayede orduya asker seçerdi. 

Enfal Suresi 80. Ayette yüce Allah: “Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiğince cihat için kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın…” buyurmuştur. Bu ayetin tefsirine bakıldığında güreş gibi dövüş sanatlarını öğrenme, savaş atları hazırlama, ok ve kılıç gibi teçhizat üretme gibi faaliyetlerin emredildiğini görmekteyiz. Bugün de yine bunların gelişmiş hâlleriyle bize emredildiğini anlamak güç olmasa gerekir. Bir hadiste ise Efendimiz: “Asıl pehlivan güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiğinde nefsine hâkim olandır.” buyurarak yukarıda bahsettiğimiz güreşin felsefesini bizlere anlatmıştır. 

Abbasiler döneminde güreş resmî törenlerde ve müsabakalarda yapılır, bütün devlet erkânı katılır ve galip gelenlere ödül verilirdi. Ayrıca Türklerin de etkin olduğu Abbasi Devleti’nde Peygamber Efendimizin öğütleri ışığında güreş, her daim desteklenmiş ve tavsiye edilmiştir. Selçuklular ise kendi bildikleri güreşin üzerine yakın tarihimizde gelişen imkânlar ve yeni teknolojiler sayesinde başarılı güreşçiler yetiştirilmiş, resmî ve birçok özel kurum kurulmuş, olimpiyatlarda önemli başarılara imza atılmış ve güreşin öğrenimi kolaylaştırılmıştır. 

Pehlivanlarını her daim baş üstünde tutan Türk milleti; yakın dönemde Yaşar Doğu, Ahmet Taşçı, Rıza Kayaalp, Hamza Yerlikaya ve Taha Akgül gibi güreşçiler yetiştirmiştir. Aynı şekilde diğer Türk ülkelerinde de dünyaca ünlü güreşçiler yetişmiştir. Hâlen Kırkpınar ve Karakucak güreşleri devam etmekle beraber modern minder güreşi organizasyonları da yapılmaktadır. Güreş, her ne kadar istenilen düzeyde olmasa da Türk Dünyası’nda düzenlenen organizasyonların çoğunda yer bulmaktadır. Her zaman olduğu gibi pehlivanlar baş üstünde tutulmakta; (özellikle Türk sporculara hakaret edilen müsabakalarda) güreşçilerimizin aldığı başarılar, bütün Türk Dünyası tarafından takdir edilmektedir. 

Ancak düşünmemiz ve çözüm bulmamız gereken bir konu var: Yiğitliğin nişanı olan binlerce yıllık güreş sporunu ne kadar biliyoruz, ne kadar anlıyoruz? Bugün sokağa çıkıp “güreş nedir?” diye sorsak herkes “ata sporumuz” der ancak güreşin önemini ve öğretisini sorsak alacağımız cevap yüz kızartıcı olur. Gelişen teknoloji, her ne kadar şartları kolaylaştırsa da küreselleşme ve küresel toplum kültürü içerisinde güreş gibi bir çok önemli geleneğimizi yeterince önemsemeyerek çürümeye itiyoruz. Gerek yazılı basının gerekse radyo ve televizyonun sözü edilen spor dallarına daha az yer vermesi, bu spor dallarının toplumda iyice unutulmasını sağlayarak bir kısır döngü oluşturmaktadır. 

Geçmişte toplumun sosyal ve kültürel hayatında çok önemli fonksiyonlar üstlenerek neredeyse günlük hayatın bir parçası olan ve ata sporumuz olarak görülen güreşe karşı günümüzde toplumun algısı değişmese bile ilgisinin az olduğu, güreşin çok fazla izlenmediği, genç nesillerde güreşe olan ilginin düştüğü, ailelerin çocuklarının güreşe yönelmesini desteklemedikleri belirlenmiştir. Bu sonuçlar, güreşin toplum hayatı içerisindeki öneminde bir azalma olduğunu, güreşin çok arka planda kaldığını göstermektedir. 

Bu denli önemli bir sporun, kültürün daha iyi öğretilmesi gerekmektedir. Bu sorunu müzik ve sinema gibi başka kültürel alanlarda da görmekteyiz. Bu tür faaliyetlere gereken önemi vermedikçe nesillerimizi istenilen özelliklere kavuşturamayacağımız bir gerçektir. Bu bağlamda önce güreşi iyi tahlil etmek ve anlamak; daha sonra modern metot ve imkânlarla aktarmak gerekir.

GÜREŞÇİ NASIL OLMALI ?

Bahsettiğimiz tekkeler aracılığı ile güreşçiler örnek birer şahsiyet olarak yetiştirilmiştir. Burada Ahilik edebi önemli bir yer tutar. Gerek millî gerek dinî kültürümüzde güreş, ahlaklı insan yetiştirmede bir araç olarak görülürken güreşçi ise örnek şahsiyet olmuştur. Güreşin tarihimizdeki yeri, devletlerimizin ve devlet erkânımızın destekleri, millî ve dinî büyüklerimizin nasihatleri; güreşin önemini ve öğretisini anlamak için yeterlidir.

Güreşçi öncelikle nefsini terbiye etmeli: İçki, kumar, fuhuş, madde bağımlılığı, yalan ve hile gibi kötü özelliklerden kendini arındırmalıdır. Güreşçi herkes tarafından sevilen, sayılan ve aranan kişi olmalıdır. Yardımsever, samimi, saygılı, sevgi dolu, vefakâr, sadık, vatanını ve milletini seven, çalışkan bir birey olmalıdır. Yaptığı sporla ve yaşantısıyla bir milleti, bir kültürü temsil ettiğinin; “bayrak şahsiyet” olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Eğitim hayatında başarılı bir öğrenci; aile hayatında anne ve babasını, kardeşlerini, eşini ve çocuğunu, akrabasını seven, sayan ve onları gözeten biri; sosyal hayatta komşuları ve arkadaşlarıyla samimi ve onlara karşı yardımsever biri; iş hayatında ise özverili, çalışkan ve saygılı olmalıdır. 

Güreşçi israf etmez, vakurdur, tokgözlüdür. Güreşçi kadim bir geleneğin evladıdır. Güreşçi dinine, milletine ve kültürüne bağlı insandır. Çünkü güreş bizim tarihimizin özetidir, millî karakterimizin zahiridir, felsefemizdir. Güreşçilerimiz Türk’ün gücünü cümle cihana gösteren, en kötü şartlarda dinî vecibelerinden vazgeçmeyen, bütün rakiplerini devirdikten sonra dünyada kendine rakip bulamayan ve kendine “Korkunç Türk” dedirttiren Koca Yusuf’u örnek almalıdır. 

Gazi Mustafa Kemal şu sözleriyle anlatmak istediğimizi ve yapılması gerekeni gayet veciz bir şekilde ifade etmiştir:“Açık ve kat’i olarak söyleyeyim ki, sporda muvaffak olabilmek için her türlü yardımdan ziyade bütün milletçe sporun mahiyetinin ve değerinin anlaşılmış olması gerekmekte, onu kalpte muhabbet ve vatani bir vazife olarak telakki eylemek lazımdır.”

“Türk çocuklarına sporun bugünkü tekniğini öğretmek ve bunlardan bir kısmını bazı törenlerde ve bayramlarda dekor olarak koymak gerekir.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski