Hep bir şeyi tutar insan. İnanmak, bağlanmak doğasında var. Bir takımı tutar mesela, bir siyasi partiyi tutar. Televizyonda bir yarışma izlerken oradaki yarışmacılardan birini tutar. Hiçbir şey tutmasa kanal değiştirirken denk geldiği bir boks maçında iki rakipten birini tutar. Çünkü taraf olmak fıtratında var. Çünkü onun hayatı, yaptığı tercihlerin bir neticesi. Bunlar iyi ile kötü, doğru ile yanlış, günah ile sevap olan arasındaki tercihlerdir.
İnsan; iki boksör, birkaç takım arasından iyi olduğuna inandığını seçer. Bu tercihin sosyal çevrenin etkisiyle yapıldığını iddia edenler olacaktır. Fakat ben buna inanmıyorum. Birçok sosyal ve psikolojik etmenin bir araya gelerek kişide doğru, iyi mefhumlarının oluşmasını sağladığına inanıyorum. Bu durumu destekleyen ilmî çalışmalarda var. Aksi halde herkes aynı boksörü seçer, aynı takımı tutardı. Her şeyden önce, kişinin karşısında bulunan nesneyle kendisini yakın hissetmesi gerekiyor. Kurduğu bu yakınlık, yukarıda da bahsettiğim gibi, kişinin sosyal ve psikolojik gelişim sürecinin bir tezahürü.
Taraftarlık olayının abartılmış hâli fanatizmdir. Mesela, bir futbol maçında tuttuğu takımı desteklemek için stadyuma giderken rakip takımın taraftarları ile küfürleşir, kavga eder. Sonra da birçok kişi ile birlikte karakolluk olur. Sonra bir başka gün desteklediği siyasi partinin düzenlediği mitingde o gün o hengâmede yüzünü bile görmeden, ismini bile bilmeden yumruk attığı, küfür ettiği kişilerden biri ile beraber sloganlar atar, oturur sohbet eder.
Sloganlar ve semboller fanatizmin vazgeçilmezleridir. Taraftarlar birbirlerini sokakta böyle tanır, diğer insanlardan ayırt ederler. Kimi insan vardır tuttuğu takım için cinayet işleyecek derecede kendini kaybeder. Bu durumun türlü örnekleri ülkemizde de yurt dışında da mevcut. Bursaspor-Beşiktaş maçı öncesinde yaşananlar, Leeds United ve Galatasaray taraftarları arasında cereyan eden tatsız hadiseler daha dün gibi aklımda. Ortalık savaş alanına dönmüştü. Yaralananlar, hayatını kaybedenler olmuştu. Peki, kimin eline ne geçti?
Fanatizm o dereceye ulaşmış ki bir Türk takımı uluslararası arenada mücadele ederken rakip takımı tutanlar bile var. Üstelik bir takımın taraftarları rakip takıma karşı o yıl bu tavrı takınırken gelecek yıl aynı tutumu onlar sergilediğinde de onlara küfür ediyor, onları eleştiriyorlar. Anlayacağınız üzere fanatizm beraberinde bencilliği, riyakârlığı da getiriyor.
Peki, onca emek ve çabanın, kavga ve tartışmanın neticesinde elde edilen kazanç nedir? Kişi, filanca yarışmada falancaya gönderdiği oylardan ne gibi bir getiri sağlamaktadır? Tuttuğu futbol yahut basketbol takımı şampiyon olduğunda; seçtiği boksör, maçı kazandığında kupayı kaldıran, parayı kazanan, kemeri takan, primi kasasına koyan kim? Fanatiğin her yeni karşılaşmanın başında da sonunda da –bir miktar ruhî tatminin dışında- eline hiçbir şey geçmiyor.
Ben bu yazıyı kaleme aldığım esnada Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynanmaktaydı. Zaten esin kaynağım da bu karşılaşmaydı. Müsabaka sonuçlandığında sosyal medyada şöyle bir gezindim ve bir kez daha aynı manzarayla karşılaştım. İnsanlar birbirleriyle alay ediyor, birbirlerine küfür yağdırıyorlardı. Üstelik hiçbiri de yarın sabah uyandığında o anda içinde bulundukları eylemin kendilerine herhangi bir şey katmayacağının farkında değildi. Yaşadıkları sinir harbi de, yaptıkları sevinç gösterileri de kendilerine hiçbir şey katmayacaktı. İş yerlerine gittiklerinde rakip takımın oradaki taraftarlarıyla da alay edecek, tartışacaklardı. Sonra da beraber öğlen yemeğine gidecek ya da kısa bir küslük yaşayacaklardı.
İnsanların ellerine hiçbir şey geçmeden birbirlerini kırmalarının, birbirlerine hakaret etmelerinin ne kendilerine ne de bir başkasına faydası olmadığı açık bir şekilde ortada. Tutunmak istiyorsak bayrağa tutunalım. İnanmak istiyorsak Allah’a inanalım. Bağlanmak istiyorsak vatana bağlanalım. Gelip geçici, bize hiçbir katkısı olmayan bir şey için enerjimizi sarf etmeyelim.